samet61 Deneme Moderatör
Kayıt tarihi : 31/01/09 Mesaj Sayısı : 62 Yaş : 30 Ruh Hali : Nerden : Trabzon Rep Seviyesi : 10 Rep Puanı : 10 Sanal Hayvan :
Rep sistemi Başarı Puanı: (50/1000) Seviye: (10/1000) Güçlülük: (60/1000)
| Konu: Şiir türleri! C.tesi Ocak 31, 2009 6:43 pm | |
| Didaktik Şiir Didaktik (fr. didaktique, os. talimî), öğretici demektir. Ama¬cı bilgi vermek olan edebiyat ürünleri bu söz¬cükle nitelenir. «Tâlimi Edebiyat», «Öğretici Edebiyat» da aynı anlamdadır. Başlangıçta bu bölümleme yal¬nız şiir için söz konusuydu. Edebiyat türü olarak yalnız şiir vardı. Dualar, dinsel amaçlı metinler kolay akılda tutulabilmesi için şiir biçiminde yazılıyordu. Türklerin gelişimi sonucu didaktik terimi tiyatro, öykü, roman için de kullanılmış¬tır. Dinsel şiirlerin yanısıra Aisopos'un hayvan öykülerini (fabl) de didaktik yapıtların ilk ürün¬leri arasında sayabiliriz. Türk edebiyatında didaktik yapıtların ilk ör¬nekleri olarak Turfan kazılarında bulunan Uy¬gur metinlerini gösterebiliriz. Eski şaman dua¬ları da bu türe sokulabilir. Nitekim elimizdeki Uygur metinlerinin çoğu da dinsel nitelik taşı¬maktadır. Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri adlı yapıtında ele geçen metinleri «Mani, Bur¬kan ve islam» çevrelerinde yazılanlar olarak üç bölümde toplamaktadır. Şiirlerin amacı yeni kabullenilen dinlerin ilkelerini öğretmektir. Bir bölüğü ise doğrudan doğruya duadır. Daha son¬ra Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig, Edip Ahmet Atebetü'l-Hakayık'la türün en iyi örneklerini verirler. Orta Asya döneminde Ah¬met Yaseyi Hikmet'leri de didaktik yapıtlar arasına girer. Türk edebiyatının Anadolu'daki gelişimi başlan¬gıçta didaktik bir nitelik taşır. Özellikle Ana¬dolu'ya gelen derviş'ler Tasavvufla besle¬nen ve kimi tarikatların ilkelerini yaymayı amaçlayan bir şiirin gelişmesine yol açarlar. XIII. yüzyıl Anadolusunda yazılmış yapıtların hemen hepsi öğretici niteliktedir. Bunlar arasında en ünlü örnek olarak Mevlana'nın yapıtları gösterilebilir. Ama Farsça oluşları öğreticilikte güdülen amacın gerçekleşmesini önler. Sonradan yapıtlarının birçok çevirisinin yapılması, şerh edilmesi de bu niteliğinden ötürüdür. Eskilerin deyimiyle talimî bir nitelik taşıyan Mesnevi'si başlıbaşına ders olarak, günümüzde lisans öğretimi dediğimiz biçimde okutulmuştur. Bu dönemde Türkçe yazılmış yapıtların başlıcaları olarak da Ahmet Fakih'in Çarhnâme'si , Aşık Paşa'nın Garipnâme'si, Yunus Emre'nin kimi şiirleri, Gülsehrî'nin Mantıku't-Tayr'ı sayılabilir. Osmanlı dönemi Türk edebiyatında dinsel ve tasavvufî amaçlarla yazılmış yapıtların didak¬tik bir nitelik taşıdıklarını söylemek yanlış ol¬maz. Ahmediyye, Muhammediyye gibi yapıt¬lar, Kabusname benzeri ahlak kitapları, Nabi'nin Hayriyye'si öğretici bir amaca dayanırlar. Tanzimat'tan sonra ise öğreticiliğin alanı büs¬bütün genişler. Edebiyatın toplumu, insanları eğitmek için bir araç olduğu düşüncesi yazar¬ları, sanatçıları bu yolda ürün vermeye iter. İlk çeviri roman olan Telemak bile öğretici nite¬liğinden dolayı Türk okuruna sunulur. Edebi¬yat-ı Cedide ise bu anlayışa tepki olarak do¬ğar. Günümüzde edebiyat yapıtının öğretici olup ol¬maması sorunu tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Ancak çocuklar için yazılan yapıtlarda sanat kaygusunun yanısıra öğreticilik de göze¬tilmektedir. «Şayet» isimli didaktik bir şiir örneği: Ömrünü vakfettiğin işin mahvolduğunu Görüp de hiç yılmadan işe baştan başlarsan Yüz oyunluk kazancı bir oyunda kaybedip İstifini bozmadan metanetle başlarsan
Aşka esir olmadan âşık olup da eğer Her zaman hem kuvvetli hem de müşfik olursan Sana kin güdenlere vermeden hiçbir değer Kin gütmeden kimseye sen kendini korursan
Safdilleri kandırıp kurmak için bir tuzak Sarfettiğin sözlerin hainlerin ağzından Bambaşka bir şekilde tekrarını duyarak Omuz silkip geçersen üzerinde durmadan
Hiçbir zaman şüpheci ve yıkıcı olmadan İnceler ve öğrenir, düşünür ve anlarsan Kontrolü hiçbir zaman elinden bırakmadan Bir mütefekkir gibi hülyalara dalarsan
Bütün kabahatleri sana yükleyerekten Bir faniye kapılıp herkes telâş ederken Kendine hâkim olup soğukkanlılıkla sen İtidalini eğer muhafaza edersen
Milleti unutmadan krallarla gezersen Halkla temas edersen vakarını bozmadan Kayırmadan birini dostlarını seversen İncitmezse seni ne bir dost ne bir düşman
Bir felâketten sonra zaferle karşılaşıp Bu iki hilekâra fazla kıymet vermeden Bozmadan istifini hep aynı gözle bakıp Tebessümle karşılar şayet gülüp geçersen
Ecelle vâki olan nihaî buluşmayı Ayıran son dakkayı koşarak bitirirsen Ab-ı hayatla dolu ömür denen kupayı Sevinçle ve kedersiz tüketip yitirirsen
Talihi ve zaferi, şahları, ilâhları Sadık köleler gibi hep yanında bulursun Fakat hepsinden mühim olanı şu ki... Oğlum Sen o zaman hakikî, tam bir insan olursun. Rudyard KIPLING Dramatik Şiir Dramatik Şiir, acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir; insanın gözünün önünde tiyatro gibi konuyu canlandırabilen şiir; opera için yazılan man¬zum dramlardaki şiir. Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare; bizim edebiyatta Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini verirler. «Eşber» den bir parça: Halketsem esirlerle leşker, Mahveylesem ordularla asker, Olsa bana hep mülûk çâker; Cinsince o iktidar münker, Fevkimde uçar tuyûr-u kemter!
Âvâze-i dehr iken tanînim, Gördüm ana değmiyor enînim; Milletlere karşı âhenînim; Bir âfete karşı nazenînim. Afetse de ey ilâh göster!
Bilmem bana ân mı, şân mı lâzım? Gülbün mü ya kehkeşân mı lâzım? Âguuş-u vefâ-nişân mı lâzım? Bir pençe-i hun-feşân mı lâzım? Canan mı güzel, cihan mı hoş-ter? Abdülhak Hâmit TARHAN
Epik Şiir Epik kelimesi Yunanca keli¬me, konuşma, hikâye, şarkı, kahramanlık şiiri mânasına gelen epos kelimesinden türemiştir. Batı edebiyatında başlıca ör¬nek olarak İlyada ve Odise kabul edilir. Vergilius'in Aeneid adlı eseri Homeros'in tam bir taklididir. Batı ortaçağında Ver-gilius tesiri Homeros geleneğini canlı tutmuştur. Fakat ortaçağ yazarları kla¬sik modellerin dışında epik eserler de vücuda getirmişlerdir. Beowulf, Roland'ın şarkısı. Daha sonra yazılan bu nevi eserlerde (meselâ Cameons'un Luziat, Tasso'nun Kurtarılmış Kudüs, Milton'un Kaybolmuş cennet) bu gelenek devam ettirilmiştir. Epiğin çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bun¬ların hepsinde ortak olan noktalar şun¬lardır: Epik yahut destan manzum ola¬rak yazılan uzun bir hikâyeye dayanır. Epik şiirin başka bir özelliği günlük ha¬yatı aşmasıdır. Alelade teferruat, haya¬tın parçasını teşkil ettiği derecede önem ve değer kazanır. Bununla beraber aslî kahraman düz bir ovada tek bir dağ gibi yükselmez. Kendi çapında arkadaşları, düşmanları vardır. Destan için tabiî ya¬hut uygun olan çevre genellikle büyük hadiselerin cereyan ettiği bir yer veya devir olarak düşünülür: O çağlarda, o günlerde devler varmış. Yakın çağ bir epik için nadiren elverişli bir konu olur. Camoens'in muasırı Tasso kendi epiğini Haçlılar devrine yerleştirir. Roland des¬tanının yazarı ise Şarlman devrini esas alır. Epik şairler hemen daima efsaneyi tarihin bir dalı olarak kabul etmişlerdir. Genellikle zaman ve mekânda uzaklık epik şiirin bariz bir alâmeti olur. Bu uzaklık epik eserin malzemesinin serbest bir şekilde işlenmesini mümkün kılar. Roland şarkısında basit bir mübareze, eserin mâna dolu merkezi haline gelir. Epikle ilgili nazariyede tabiatüstü var¬lıkların müdahelesine büyük yer verilir. Bunun sebebi Homeros ve Vergilius'in eserlerinde ilâhların büyük yer işgal et¬mesidir. Tabiatüstü varlıklar adeta des¬tanın vazgeçilemez öğeleri telakki edil¬diği için Camoens bile XV. yüzyıla ait olan epik eserinde klasik ilâhlara büyük yer verir. Epik azametin zirvesine yük¬seldiği Kaybolmuş cennet'te Âdem ile Havva hariç bütün karakterler tabiatüs¬tü varlıklardır. Malzemeyi işleyişte şai¬rin hürriyeti sınırlıdır, zira dinleyicisi hikâyeyi bilmektedir ve esasa ait deği¬şikliklere karşı koyacaktır. Epik, gele¬neklik hikâyeciliğin gelişmiş şeklidir; ge¬lişmesi boyunca, kahramanlar ve işleri, insanlar arasındaki şöhretlerini yüceltme gayesiyle seçilmiştir. İcat, gerilimin kay¬dırılması, süsleme, teferruattaki değiş¬melerle sınırlandırılmıştır. Şairin gücü, yeni bir hikâye meydana getirmeğe de¬ğil, meşhur bir hikâyeden bir epik çı¬karmağa hasredilmiştir. Epik şekil ayrıca son derece geleneklik¬dir; basmakalıp özellikleri bol bol kul¬lanır. Epik adı bazan yukarda anlatılan şiirlere de verilmiştir. Dante'nin. îlâhî kome¬di'sine epik denmiştir. Bu şiirin kahra¬manı yoktur. Aslî karakteri birinci şahıs olarak konuşan şairin kendisidir. Ayrıca hikâyeyi teşkil eden şairin seyahati, öl¬dükten sonra gideceğimiz dünyanın anla¬tılmasıdır. Seyahatin epik münasebetleri vardır. Kahramanın cehenneme inişine dair olan epik oyuna dayanır ki Dante bunu kendine aktarmış ve Araf ile cen¬nete nakletmiştir. Böylece epik geleneğin bir episodik özelliği bütün bir şiir ol¬muştur. İlâhî komedi'nin ölçüsü, üslubu ve ağırlığı, yazarların onu epik diye ad¬landırmalarına sebep olmuştur. Bazı u¬zun didaktik şiirler de (Hesiod'un Works and days); hatta kahramanlık ölçülerin¬deki mensur eserler de epiğe uygunluk¬ları dolayısıyla epik diye adlandırılmış¬lardır. Sözlü destan ile yazılı destanlar arasın¬daki fark belirtilmemiştir. Birinciler a¬nonimdir ve anlaşıldığına göre sadece eğlendirme maksadı güderler, medeniye¬tin ilk safhalarını aksettirirler (İliad, Aeneid). Yapı olarak, epik, yeknesak mısralarla verilir. Deyimler, değişmeyen sıfatlar dolambaçlı söz ve tabirler tek¬rarlanan formüller bakımından zengin¬dir; konuşmaya geniş yer verilir. Aksi¬yon kısa bir süreyi içine alır, diğer yıl¬lar hikâye edilir (Odysseia'nın Phaeacian sarayında anlattığı gibi) veya aksiyon, birkaç mısrada tamamlanan fasılalarla birkaç sahnede yoğunlaştırılır. İlyada 49 günü içine alır, 21 i birinci kitaptadır. Beowulf'un birinci bölümü beş gündür; ikinci bölümün büyük kısmı bir günde geçer. İlyada'da teşbihler çoğunlukla mü¬tevazi hayattan alınmışsa da aslî temler prenslerin ve arkadaşlarının savaş saha¬larındaki ve saraylardaki (ki buralarda ziyafet, çalgı ve içki çoktur) maceraları, kahramanlıkları ve ıstıraplarıdır. Harp, genellikle epik hayat tarzının merkezi¬dir. Avrupa dışı epikler de aynı özellikleri gösterir. M.Ö. III. yüzyıl sonlarına doğ¬ru Akad epiği Gılgamış ortaya çıkmıştır ki 3000 mısraı bize intikal etmiştir. Az sonra Enuma Elish (ilk kelimelerine göre adlandırılmıştır) çıkar, onun da he¬men hemen bin mısraı mevcuttur. Daha önceki Sümer epik hikâyeleri de kahra¬man Gılgamış'ın yeraltı dünyasına seya¬hatini, tanrılar ve kahramanlarla savaş¬larına dair hikâyeleri anlatır. Daha sonraları M.Ö. 500 de iki büyük Hint epiği gelir. Efsanevî Vyasa'ya at¬fedilen Hindistan'ın millî epiği Mâhâbârata çeşitli şairler tarafından yapılan ilâ¬velerle Odysseia'nin ve İliad'ın 8 mis¬line yükselmiştir. Tanrılara (bilhassa Krishne) dair hikâyelerinde ve Barata kral ailesi hikâyelerinden, klasik Hint dramı konuları çıkar, hikâyeler hâlâ Hint köylerinde söylenir ve birçoğu filme alınmaktadır. Şair Valmiki'nin Ramayana'sı da aynı derecede meşhurdur. E¬serde sürgündeki kral Rama doğu şey¬tanlarını yener. Bu hikâyelerin altında, bazı âlimler güneye doğru Aryan istilâ¬sının ve tarımlaşmanın başlangıcına dair Hint mitinin izini bulurlar. Puranas, da¬ha küçük Sanskrit epikleridir ki, Vish¬nu'nun on defa canlanışını kâinatın ya¬ratılışı; Tanrıların soyunu ve kral ailele¬rinin tarihlerini anlatır. Mit, efsane ve tarihin karışması ve ufak olayları kah¬ramanlık ölçülerine yükseltmeleriyle, Doğu epiği de şahsî romans ve kahra¬manları, Tanrıların savaşı, mitlerin ve dinin yaratılışı veya daha öğretici maksatlarla - Batı dünyasındakilere benzer. Türk edebiyatında Oğuz Kağan destanı'¬ndan başlayarak, Türk kahramanlarının veya göç maceralarının hikâyelerini an¬latan destanlar vardır. İslâmi dev¬reye girdikten sonra epik şiirin en mü¬kemmel örneği Mevlid'dir. Geniş mâna¬da epik şiir tarifine dayanarak hikâyeye dayalı mesnevîlerin birçoğunu epik şiir olarak nitelemek mümkündür. 1947 de modern devrin şiiri epik olmalı¬dır görüşünün savunucusu olan Ahmet Kutsi Tecer'in bu görüşüne A.H. Tan¬pınar katılmaz. Zira ona göre bugünün destanı romandır. Son devir şairlerinden bir kısmı da şiir¬lerine destan adını vererek onları ken¬diliklerinden epik şiire dahil ederlerse de henüz Türkiye'de bu konuyu derinle¬mesine inceleyen bir araştırma yapılma¬mıştır. Yahya Kemal'in Selimnâme'si epik şii¬rin bir örneği sayılabilir. Çok kısa oldu¬ğu halde, muhtevası ve tekniği itibariyle Tanpınar, Yahya Kemal'in istanbul'u fetheden yeniçeriye gazel'ini «Türk epik şiirinin incisi» olarak niteler ve epik şiiri yukarda anlatılandan daha farklı bir şe¬kilde yorumlar. «İstanbul'u Fetheden Yeniçeri» için gazel tarzında bir epik şiir örneği: GAZEL
Vur pençe-i Ali'deki şemşîr aşkına Gülbangi asmam tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettih-ül-ebvâb vur bugün Feth-i mübîni zâmin o tebşir aşkına
Vur deyr-î küfrün üstüne rekz-i hilâl içün Gelmiş bu şehsüvâr-i cihangir aşkına
Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsin ser-i Firenk Vur Türk'ü gönderen yed-i takdir aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar Fecr-i hücum içindeki Tekbir aşkına
Yahya KEMAL | |
|